Munzam(Aşkın) Zarar Ve Munzam Zararın İspatı

Table of Contents

GİRİŞ

Borç kavramı, bir kişiyi (borçluyu), diğer bir kişiye (alacaklıya) bir edimi yerine getirme (bir şey yapma, verme veya yapmama) yükümlülüğü altına sokan hukuki bir bağı ifade eder. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na (“TBK”) göre borç; hukuki işlemlerden (sözleşmeler) ve kanundan (haksız fiil, sebepsiz zenginleşme, vekaletsiz iş görme, kusursuz sorumluluk) kaynaklanabilir. Borcun kaynağı fark etmeksizin kural olarak bir borcun ödenmesi asıl olmakla birlikte kişiler her zaman borçlandığı edimi hukuka uygun şekilde yerine getirmemektedir. Borçlunun borcunu ödememesi yani borcunu gereği gibi yerine getirmemesi halinde “borçlunun temerrüdü” olgusu gerçekleşmektedir ve borçlunun temerrüdü sebebiyle alacaklının zarara uğraması oldukça muhtemeldir. Borcun hiç veya zamanında ifa edilmemesi halinde bu durumun oluşturacağı zararı gidermek adına alacaklıya tanınan en önemli hak, borçludan temerrüt faizi isteme hakkıdır. Temerrüt faizi istenebilmesi için borçlunun temerrüde düşmekte kusurunun olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır. Temerrüde düşen borçlu, temerrüde düşmekte kusuru olsun veya olmasın, alacağın muaccel hale geldiği tarihten temerrüdün devam ettiği süre boyunca işleyecek temerrüt faizini alacaklıya ödemekle yükümlü olacaktır. Ancak götürü tazminat mahiyetindeki temerrüt faizi, alacaklının maruz kaldığı zararın tamamını karşılamayabilir. Böyle bir durumda alacaklı, gerekli koşullar oluştuğu takdirde munzam (aşkın) zararının tazminini isteyebilir.

GENEL OLARAK MUNZAM ZARAR KAVRAMI

Borçlunun temerrüdünün bir sonucu niteliğindeki munzam (aşkın) zarar TBK. m. 122 hükmünde düzenlenmektedir. TBK m.122/1 uyarınca “Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.”

Aşkın (munzam) zarar, para borcunun ifasında borçlunun kusuruyla temerrüde düşmesi nedeniyle alacaklı nezdinde ortaya çıkan zararın temerrüt faiziyle karşılanamaması hâlinde söz konusu olan bir zarar olup bu zarar, borçlunun temerrüdü ile borcun ödendiği tarih aralığındaki dönemi kapsamaktadır. Bu anlamda aşkın (munzam) zarar, temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğuna dair ilkelere bağlı bir zarar türü olarak kabul edilir.[1]. Aşkın (munzam) zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır.

MUNZAM ZARARIN TAZMİNİNE İLİŞKİN OLUŞMASI GEREKEN ŞARTLAR

Alacaklı temerrüt faizini isteme hakkı bakımından avantajlı bir konuma sahiptir. Oysa, aynı durum munzam zararın tazminini isteme hakkı bakımından geçerli değildir. Alacaklı ancak aşağıda açıklanan şartların bir arada bulunması halinde borçludan munzam zararın tazminini isteyebilir.[2]

  • Borçlunun Para Borcunun İfasında Temerrüde Düşmüş Olması

Munzam zararın oluşması için gereken ilk şart; borçlunun para borcunu ifa etmekte gecikerek temerrüde düşmesidir. Munzam zararın tarihinde borcun, para borcu olması yeterli olup, kaynağı önemli değildir. Bu nedenle borçlunun temerrüde düştüğü borç, sözleşme, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme veya vekaletsiz iş görmeden doğmuş olabilir.[3]

  • Alacaklının Temerrüt Faizinden Fazla Bir Zararının Olması

Munzam zarardan söz edilmek için alacaklının uğradığı zararın aldığı veya alacağı temerrüt faiziyle karşılanamaması gereklidir. Yani temerrüt sonucunda oluşan alacaklı malvarlığı ile temerrüde düşülmese idi oluşacak (farazi) mal varlığı arasında alacaklının aleyhine bir fark meydana gelmeli ve bu fark temerrüt faizi ile kapanmamalıdır.[4]

  • Borçlunun Kusurlu Olması

Borçlar Hukukumuzda temerrüt faizine ilişkin alacak için kusur şartı aranmazken munzam zararın tazmini açısından borçlunun kusurlu olması şartı aranmıştır. Kusura ilişkin ispat hususunda alacaklı borçlunun kusurlu olduğunu değil, borçlu kendisinin kusursuz olduğunu ispat etmek zorundadır. Dolayısıyla borçlu kusuru olmadığını ispatladığı takdirde bu sorumluluktan kurtulma imkânı mevcuttur.

  • Borçlunun Temerrüdü ile Munzam Zarar Arasında İlliyet Bağı Olması

Alacaklı, borçlunun temerrüde düşmesiyle birlikte ileri sürdüğü munzam zarar arasındaki illiyet bağını ispatla yükümlüdür.

MUNZAM ZARARIN İSPATI

Munzam zararının oluştuğunu iddia eden alacaklı, ortaya çıkan zararlarını somut olarak ortaya koyarak ispatlaması gerekmektedir. Ancak bu ispat yükümlülüğünün sınırının ne olacağı hususu günümüze kadar Yargıtay Daireleri ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarında tartışma konusu olmuştur. Son zamanlarda özellikle Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin uygulaması munzam zararın varlığının somut delillerle ispatlanması yönündeydi.[5] Anayasa Mahkemesi ise Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin ispata ilişkin katı uygulamasından farklı olarak 21.12.2017 tarihli 2014/2267 başvuru numaralı kararında[6]; enflasyon ve enflasyona bağlı oluşan faiz oranlarında ortaya çıkan artışın, temerrüt faizinden fazla olması halinde munzam zararın varlığının ispatı için fiili karine kabul edilmesi gerektiğini belirterek alacaklının mağduriyete uğramasını önleyici şekilde yaklaşımda bulunmuştur. Özellikle günümüzde değişkenlik gösteren ekonomik koşullar ve enflasyon verileri göz önüne alındığında zararın ispatına ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin kararı doğrultusunda içtihat birliğinin oluşması beklenirken Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 29.03.2022 tarih 2021/11-938 Esas 2022/401 Karar sayılı kararında[7] eski içtihadını devam ettirerek munzam zararın duruma bağlı olarak somut delillerle ispatlanması gerektiğini belirtmiştir. Dolayısıyla yargı kararları çerçevesinde munzam zarara ilişkin uyuşmazlıklarda zararın ispatı hususunda uygulama birliğinin olmadığı aşikardır.

Halihazırda, alacak davalarında davacılar alacaklarının yanı sıra munzam zararlarının tazminini de talep etmektedir. Ancak bu taleplerinde somut zarardan ziyade paranın alım gücü bakımından iddiaların ileri sürüldüğü görülmektedir. Gelinen aşamada ise, Yargıtay’ın genel eğiliminin TBK’nın 122. maddesinde karşılanması öngörülen faizi aşan aşkın (munzam) zararın, genel ekonomik olumsuzlukların (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma) dışında davacının durumuna özgü somut vakıalarla ispatlanması gerektiği yönünde olduğunu söylemek doğru olacaktır.  Kanımızca kanun koyucunun borçlu bakımından “kusur”u şart gördüğü munzam zararın tazmini hususunda ülkemiz ekonomik koşulları nazara alınmalıdır. Aksi halde ise enflasyon karşısında oluşan değer kaybını yaşayan alacaklının zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki görüşün alacaklıya aşırı bir külfet yüklediğinin ve nihayetinde vadesinde borcunu ödemeyerek temerrüde düşen kusurlu borçlunun menfaatine bir yorum olarak kabul edilmesi gerekmektedir.

[1] Uygur, Turgut: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt I, 2012, s. 810

[2] Barlas, 1992, s. 188.

[3] Karahasan,sh.1011; Kılıçoğlu,sh. 9.

[4] İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl:4 Sayı:8Güz 2005/2 s.257

[5] “Dava konusu somut olaydaki çözümlenmesi gereken hukuki sorun; temerrüt faizini aşan bir zararın mevcut olup olmadığıdır. Yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz. Zira; davacı para alacağını zamanında alması halinde ne şekilde kullanacağını kanıtlaması gerekir. Ayrıca alacaklı, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispat etmek zorundadır. Soyut enflasyonun ya da bankalarda mevduat için ödenen faizin temerrüt faizinden yüksek oranda olması, munzam zararın gerçekleştiği ve kanıtlandığı anlamına gelmez. Burada davacının kanıtlaması gereken husus enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. Örneğin alacağını zamanında tahsil edememekten ötürü, başkasına olan borcunu ödemek için daha yüksek oranda faizle borç aldığını, alacaklı olduğu parayı zamanında alsa idi yabancı para ile ödemek durumunda olduğu borcunu, geçen süre içinde gerçekleşen bu fark sebebiyle daha yüksek kurdan ödemek zorunda kaldığını kanıtlamak durumundadır. Ülkede yaşanan ekonomik kriz sebebiyle paranın döviz karşısında hızlı değer kaybı, yüksek enflasyon gibi genel afaki ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen umumi ekonomik konjonktürel olgular BK’nın 105. (T.B.K. 122.) maddesinde sözü edilen munzam zararın varlığını göstermez.” Yargıtay 15. HD.  2016/1049 E. 2016/2737 K.

[6] “Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi, borçlunun yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle borçlu borcunu süresinde ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı süresini uzatma gayreti göstermekte; böylece yargı mercilerindeki dava ve takipler çoğalmakta, yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak alma düşüncesi yaygınlaşarak kamu düzeni bozulmakta, kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır. Mülkiyet hakkı kapsamında alacağın geç ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeniyle paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkanı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa uğramaktadır. …Sonuç olarak başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklendiği kanaatine varılmıştır.  Bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu değerlendirilmiştir.”

[7] “Bu itibarla davacı tarafından ileri sürülen, ülkemizdeki belirli dönemlerde mevcut olan ekonomik olumsuzluklardan enflasyon, yüksek faiz, para değerindeki düşüş gibi olgulara dayalı aşkın (munzam) zarar talebi, zarar olgusunun delili olarak kabul edilemez. Zira ülkemizdeki belirli dönemlerde var olan ekonomik koşullardaki olumsuzluklar nedeniyle paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma, tek başına davacının temerrüt faizi dışında bir zararının varlığının ispatı değildir. Dolayısıyla ekonomik şartlar sebebiyle ortaya çıkan yüksek enflasyon, döviz kurlarındaki dalgalanma, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma gibi olumsuzluklar, bir karine olarak kabul edilip davacıyı, kendi somut durumuna özgü vakıalarla oluştuğu iddia olunan zararı ispat yükümlülüğünden kurtarmayacağı gibi davacıya bu yönde herhangi bir ispat kolaylığı da sağlamaz.”

About the Author:

Latest Articles In The Law Bulletin
Serpil ÖZCAN
Yağız Karadenizli
Fırat BAYEZİT
Serdar EKİNCİ
Zeynep ÜNAL

News from AESY Legal

We are pleased to share with you the latest updates from AESY, including the events we participate in or organize, our office activities, and much more.